DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli, birkaç gün önce uğradığı saldırı sonucu yoğun bakıma alınan gazeteci Hakan Tosun’a geçmiş olsun dileklerini iletti.
27 Eylül 2024’te kaybolan ve 18 gün sonra cansız bedenine ulaşılan Rojin Kabaiş’in ölümündeki soru işaretlerine dikkati çeken Temelli, şunları söyledi:
“Rojin Kabaiş’i anmak istiyorum. 27 Eylül 2024 günü kendisinden bir daha haber alınamamıştı. Aradan geçen bunca zaman sonra maalesef cansız bedenine ulaşıldı fakat neden öldüğü konusunda hiçbir zaman kamuoyu bir sağlıklı bilgiye kavuşamadı. Fakat ailesi, toplum bu olayın aydınlatılması için önemli bir çabayı ortaya koyduk ve nihayet 10 ay sonra Adli Tıp Kurumu vücudunda 2 farklı kişiye ait DNA bulgusuna ulaştığını söyledi. 10 aydır bunu kamuoyundan sakladı.
Bu olay özelinde anlıyoruz ki Adli Tıp Kurumu, bir tıp kurumu olmanın ötesinde olayları örtbas etme kurumu haline dönüşmüş durumda. Adeta insanlara karşı işlenen suçlarda özellikle bu suça müdahil olmuş olan kamu görevlileri varsa ki bu olayda bu şüphe çok yüksektir. Daha henüz Rojin’in cansız bedeni hastanedeyken Vali dedi ki, ‘Bu olay intihardır.’ Oysa şimdi anlıyoruz ki intihar değil. Neyi örtbas etmeye çalışıyorsunuz?”
“SERMAYEDEN ALINAN VERGİLERİN DE HALKA NASIL YANSITILDIĞINI ENFLASYONLA ÇOK İYİ GÖRÜYORUZ”
Meclis’te gelecek hafta görüşülmeye başlanacak 2026 yılı bütçesi ile ilgili değerlendirme yapan Temelli, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın ekonomi programını eleştirdi.
Dezenflasyon programıyla toplumun sırtındaki vergi yükünün arttığını belirten Temelli, bu bütçede savunmaya ayrılacak payın “barışın bütçesi” kapsamında yurttaşların sosyal haklarına ayrılması gerektiğini söyledi.
Temelli, şunları kaydetti:
“Önümüzde bizi bekleyen bir bütçe kanunu var. Bütçeye gelir elde etmek için trafik cezalarını artırmak kadar bir çaresizliğe sürüklenmiş Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın bu sene bütçede de önceliği vergileri artırmak olacak çünkü yönetemiyorlar, programları çöktü. Dezenflasyon programı diye yola çıktılar, adeta toplumun sırtına yükler yükleyerek yol almaya çalışarak ekonomiyi içinden çıkılmaz bir yere kadar getirdiler. Türkiye’de vergi yükü meselesiyle ilgili kimse konuşmuyor.
Geride çok uzun yıllar süren bir tahribat yaşadık bütçe eliyle. Sosyal niteliğini yitirmiş bütçelerle bugüne kadar geldik. Bunun toplumda yaratmış olduğu en büyük sorun toplumsal barışı dinamitlemiştir. Diğer taraftan ciddi anlamda bir yoksulluk yaşanmıştır, derinleşmiştir. Türkiye nüfusunun çok büyük bir kesimi yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Açlık sınırı rakamları ortadadır. Yoksulluk sınırının altındaki nüfus, toplam nüfusun yüzde 85’i. Bütçenin bu tabloyu dikkate alarak hazırlanması gerekiyor ama OVP’ye baktığımızda nasıl bir bütçeyle karşılaşacağımızı az çok tahmin ediyoruz.”
“BARIŞIN BÜTÇESİ, HER SENE İHA’YA, SİHA’YA KAYNAK AYIRMAK YERİNE BU KAYNAĞI GENÇLERİN EĞİTİM HAKKI İÇİN AYIRMAKTIR”
“Toplumsal barış alanındaki bu tahribata karşılık bir de işin barış tarafı var. Sermayeyi gördüler bugüne kadar. Bütçeleri hazırlarken sermayenin önceliklerine göre hazırladılar. Savaş bütçeleri hazırladılar, silaha yatırım yaptılar. Dolayısıyla kaynakları halka değil, savaşa harcadılar. Bir sürecin içindeyiz, herkes umutvar, herkesin artık çatışmaların ve savaşın sonlanmasını beklediği bir dönemde bu beklentileri karşılayacak bir bütçe aklıyla da karşılaşmamız gerekir.
Halka yönelik, halkın ihtiyaçlarını gideren, sermayeyi önceleyen değil, toplumu önceleyen ama diğer taraftan da barışın bütçesi olmalıdır. Barışın bütçesi, her sene bütçeden silahlara yüzde 10’un üzerinde kaynak ayırmak yerine bu kaynağı engelli yurttaşlarımıza ayırmaktır. Barışın bütçesi, her sene İHA’ya, SİHA’ya kaynak ayırmak yerine bu kaynağı gençlerin eğitim hakkı için ayırmaktır. Her sene bütçeden faize yüzde 13 kaynak ayırmak yerine bu kaynakları kadınlara ayırmak gerekir.
Hazine ve Maliye Bakanı adeta bir fıkra üreticisi. İŞKUR rakamları açıklamış, demiş ki, ‘1 milyon 600 bin iş var. İşsizler gitsinler, bu işlerde çalışsınlar.’ İŞKUR’un rakamları periyodik açıklanıyor, o her periyodu toplamış açıklamış. Oysa 206 bin. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nı kime teslim ettiğinizi bir düşünün. Rakamlarla barışık olmayan bir Bakan olabilir mi? Neyi neyle toplayacağını bilmiyor, dolayısıyla böyle bir Bakanlık’tan da böyle bir bütçe karşımıza geliyor.
Her ne kadar TÜİK işsizliği yüzde 8,5 olarak açıklasa da genişletilmiş işsizlik rakamlarına baktığımızda kadınlarda işsizlik oranı yüzde 40. Bir istihdam politikası üretmemiz lazım bizim. Bu istihdam politikasını da bütçeden ayıracağımız kaynaklarla üretebiliriz. Önceliği kadın istihdamına verecek ama genel anlamda da gençlere, iş arayanlara bir istihdam politikasıyla iş olanağı yaratacak bir akla, bütçeye ihtiyacımız var. Umarım bu sene karşımıza barışın ve halkın bütçesi gelir.”
Yargı paketlerinin tutuklu ve hükümlülerin sorunlarına çare olmadığını belirten Temelli, Türkiye’nin ancak gerçek anlamda bir hukuk devletinin sahip olması gereken bir adalet anlayışıyla barışa ve demokrasiye kavuşabileceğini ifade etti.
Temelli şöyle konuştu:
“10. Yargı Paketi toplumda büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. 11. Yargı Paketi bekleniyor. Adalet Bakanı’nın açıklamasına göre yargı paketleri serisi devam edecek fakat bu yargı paketlerine de baktığımızda yine trafik cezalarında olduğu gibi ceza artırmayı öncelemiş olan yargı paketleri. Hatta ‘Çocuklara bile daha fazla cezayı nasıl verebiliriz’ aklıyla hazırlanan yargı paketlerini kabul etmiyoruz. Toplumun beklentisi şudur: İnfaz Yasası’nda bir an önce eşitliğin sağlanmasıdır. Geçmişten gelen, belli adaletsizliklerle örülmüş, adeta bir adaletsizlik merkezine dönüşmüş cezaevleri sorununun acilen çözümüdür. Hasta tutsaklar meselesinin kalıcı bir şekilde çözülmesidir, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası denen dünyanın hiçbir yerinde görmemizin mümkün olmadığı düzenlemenin ortadan kaldırılmasıdır ve bir an önce ‘umut hakkı’nın tanınmasıdır.
Türkiye’de yargı sistemi adaletsizlik üreten bir mekanizmaya dönüşmüştür. Selahattin Demirtaş vakasında da gördük, AİHM kararına rağmen itiraz eden, hala başkanlarımızı cezaevinde tutmak için her yolu deneyen bir anlayışla değil, gerçek anlamda bir hukuk devletinin sahip olması gereken bir adalet anlayışıyla ancak Türkiye barışına ve demokrasisine kavuşabilir.”
“DIŞARIDA MÜZAKEREYİ SAYIN ABDULLAH ÖCALAN’LA YÜRÜTECEKSİNİZ”
Açıklamalarının ardından basın mensuplarının sorularını cevaplayan DEM Parti Grup Başkanvekili Temelli, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu üyeleri arasından seçilen bir heyetin İmralı’da terör örgütü PKK elebaşı Abdullah Öcalan ile görüşeceğine yönelik haberlerle ilgili şunları söyledi:
“İmralı’ya gitme meselesi belki de şu andaki en önemli meselelerden biri. Bir süreç geçen sene 1 Ekim’de başladı ve 1 Ekim’de başlayan süreçten sonra 27 Şubat’ta bir deklarasyon geldi. Bu deklarasyona bağlı olarak PKK, kongresini topladı, karar aldı. 11 Temmuz’da silah yakma töreniyle bütün dünyaya çok önemli bir mesaj verildi: ‘Biz barışa hazırız ve bunun gereği yapılmalı.’ Bunun gereği hukuki düzenlemelerle yapılacak. Hukuki düzenlemelerin nasıl olması gerektiğine dair de Meclis’te bir komisyon kuruldu.
Bu komisyon bir müzakere yürütüyor kendi içinde fakat müzakerenin bir de dış ayağı var. Dışarıda bu müzakereyi Sayın Abdullah Öcalan’la yürüteceksiniz. Bunun bir an önce programlanması, gidecek heyetin belirlenmesi lazım. Bizim temennimiz aslında güçlü bir heyetin, herkesin temsiliyetinin sağlandığı bir heyetin oluşması. Bir kereye mahsus değil, düzenli bir trafik ve görüşme mümkün olabilir. Bu konuda herkesin çabasını bekliyoruz.”
Temelli, komisyonun Abdullah Öcalan ile görüşmesine ilişkin herhangi bir takvim olmadığını belirtti.
“BU SLOGAN ÜZERİNDEN KIYAMETİ KOPARMAK SİYASETİN SEFALETİNİ GÖSTERİYOR”
Sezai Temelli, DEM Parti grubunda atılan sloganlardan sonra kamuoyundaki tartışmaya ilişkin de şöyle konuştu:
“Biz bu çatı altında çok slogan duyduk, hatta burada dile getiremeyeceğimiz sloganlar duyduk. O gün grup toplantımızda atılan sloganların içinde ne hakaret vardı ne de suç unsuru vardı. Duygusal bir andı, bir yürüyüş gerçekleştirmiş ve bunu Ankara’da nihayete erdirmiş ve grup toplantısında bir araya gelmiş arkadaşlarımız aslında ‘umut hakkı’nı, Sayın Öcalan’ın çalışma ve yaşam koşullarını ve özgürlüğü hakkını savunmak adına böyle bir sloganı dile getirmişlerdir. Bu slogan üzerinden kıyameti koparmak siyasetin sefaletini gösteriyor. Siyaset üretemeyenler bu tür münakaşalar içinde boğulmaya devam ediyorlar. Bu Meclis yangına körükle gidemez, yangını söndürmek zorundayız.”