1952 Bakü doğumlu Cengiz Sultansoy’un ilk öyküsü 1980 yılında yayımlandı. Sovyetlerin dağılma sürecinde yayın hayatına başlayan Gençlik Jurnalının Rusça versiyonu olan Molodost’un kuruluşunda aktif görev aldı, derginin aylık tirajı 300 bini buldu. Azerbaycan televizyonunda görev yaptı, yabancı medya kuruluşlarına programlar hazırladı. Uluslararası nüfuza sahip Medya Anahtarı ödülüne layık görüldü. Azerbaycan’da medya ve edebiyata yapılan baskıların sonucunda Almanya’ya yerleşmek zorunda kaldı.
Yeniçağ: Guatemala’da askerî darbe yapıldığında Miguel Angel Asturias ülkesini temsil ettiği Avrupa’dan siyasi sığınma alıyor, sivil yönetime geçilince yeniden ülkesinin diplomatik misyonunda görev üstleniyordu. Azerbaycan iktidarı ise kendi gerçek yaratıcı insanlarının ülkeyi hepten terk etmesini kendi resmî siyaseti haline getirmiştir. Siz de kendinizi o siyasetin zarar görmüşlerinden biri sayıyor musunuz?
Sultansoy: Haklısınız. Azerbaycan’ın son otuz yıllık iktidarının politikası onları eleştirenleri ezmek, hapse atmak, ülkeden kovmaya yönelmiştir. Ben cezaevine girmemek için Almanya’ya muhaceret ettim. Çünkü tutukluluk hayatı yaşamak çok ağır fiziksel ve manevi durumdur. Ülkemi terk ettiğimde 64 yaşımdaydım, takdir edersiniz ki, o yaştaki bir insan için daha zor bir durum olması kesindi. Öncelikle çalıştığım veya dışardan yazılar yazdığım medya kurumları kapatıldı, yayın yönetmenleri hapse atıldı. Serbest kalmaları için, örneğin Reel Azerbaycan gazetesi yayın yönetmeni Eynullah Fetullayev ve Yeni Musavat gazetesi yayın yönetmeni, Devlet Başkanı Aliyev’in sıkı methiyecisi olma koşulunu daha cezaevindeyken kabullenerek dışarı çıkabildiler. Ancak RFE/RL Bakü Bürosu Müdürü Hatice İsmail 6,5 yıllık hapis cezasını (tamamı sahte iddialarla) umursamadan ve yaklaşık 3 sene içeride kaldıktan sonra asla pozisyon değiştirmeden salıverildi. Tutuklanıp da eğilmeyen, davasını satmayan gazetecilerimizin sayısı da az değildir kuşkusuz. Ancak onların önemli kısmı ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Şu anda Fransa’da televizyon kanalı sahibi, Sınırsız Raportörler Örgütü’nün dünya çapındaki 100 gazeteci listesinde ismi geçen Ganimet Zahid, Almanya’da bulunan Efkan Muhtarlı, mücadelesini Bakü’de sürdüren Seymur Hazi v.d. Aliyevlerin cezaevlerinden geçmiş kalem sahiplerinin birkaçıdır. Monitor dergisi imtiyaz sahibi, dünya çapında gazeteci yazar Elmar Hüseyinov 2 Mart 2005 yılında katledildi, failler bugüne kadar bulunmamıştır. Beni dönemin istihbarat bakanlığında tehdit etmişler, Başsavcılığa güç tatbik ederek götürdükten sonra hiçbir suçum olmadan ifademi almışlar. Ancak ben kendimi mağdur olarak görmüyorum. Çünkü,örneğin Türk-Tatar kökenli şaire Bella Ahmadullina’nın da söylediği gibi her bir kalem sahibinin kaderinde cılız insanların koydukları izlerin, yaptıkları engellemelerin mevcut olmasına rağmen bu ufak-tefek şeylere takılıp kalınmaması gerekir. Geçtiğimiz 8 Ocakta 95 yaşında kaybettiğimiz çağdaş dünya romanının en büyük ustalarından biri, aziz hatırası önünde hep saygıyla eğildiğimiz Cengiz Hüseyinov, Aliyevler sülalesine asla eğilmedi. Ben ve meslektaşlarım Saadet Cihangir, Ganimet Zahid, Abid Gafarov, Abil Hasanov hep üstadımız bildiğimiz Cengiz Beyin yolunu takip ediyoruz. Özgür ve bağımsız yaşamanın zorluklarını, mağduriyetlerini, sıcak-soğuğunu 1930’ların ikinci yarısında sosyalist ideolojisinin taleplerine boyun eğmediği için 30 yaşında infaz edilmiş ünlü şairimiz Mikail Müşfik’in övdüğü deli rüzgârları şah sarayının boğuk, yalakalığın kol gezdiği ortamına, para ve hediyelerine değişenler kaleminin yanısıra özgürlüğünü de kurban ediyor. Bunu ben değil 18. yüzyılın ünlü İskoçyalı şairi Robert Burns demiştir. 21.yüzyılda yazar olmak için yetenek ve bilgi yeterli değildir; özgürlük ve pozisyon değil gerekli, önkoşuldur. Özgürce yazmanın, düşündüklerini ifade etmenin bedeli ise her zaman ağır olmuştur.
Yeniçağ: Yazar Cengiz Sultansoy olarak edebiyata nereden ve niçin geldiniz? Edebiyatçı hayatı yaşamaktan asla pişmanlık duymadığınızı söz sanatına değer veren herkes biliyor. Buyursunlar…
Sultansoy: Edebiyata yazmak ve dünyaya olan sözümü kalemimin aracılığıyla demek için geldim. Yazma isteğim ise çocukluğumdan bu yana iyi bir okur olmamdı. Çok okuyan ve aynı hassas ve dikkatli bir okur. Her bir genç insanda olduğu gibi tanınmak ve nüfuz kazanmak da isteklerim arasındaydı. Ciddi bir okur olarak bugün de pozisyonumu koruyorum, daha düzeyli, daha anlayan yarım yüzyıllık bir okur. Edebiyata matematik alanından gelmişim. Bakü Devlet Üniversitesi Matematik Fakültesi mezunuyum. Ancak Moskova’daki Yüksek Lisans eğitimim sırasında -23-24’lü yaşlarımda- yurttaki edebiyatçılarla daha iyi konuşabildiğimi anladım. Okuduğum eserler üzerine edebiyat uzmanlarıyla konuşmak denklemler üzerinde matematikçilerle konuşmaktan daha ilginç geliyordu bana. Yirmi beş sene önce yayımlattığım ve Azerbaycan’da kadın ticaretiyle ilgili bilgi ve gözlemlerim temelinde kaleme aldığım Tfafiking isimli öykümde yaşamımı bilim araştırma kurumlarının sessiz odalarında değil de hayatın kaynar akarında, çalkantılı olayların ve mücadeleci insanların arasında geçirmek istediğimi ifade etmiştim. İşte her şey istediğim gibi oldu ve hem de 40-45 sene öncekinden hayal ettiğimden daha fırtınalı, tehlikeli ve maceralı… Örneğin 1990 yılının kanlı 20 Ocak olaylarının ta ortasındaydım, kurşunlar adeta vücudumu yalayarak geçmişti. Karabağ savaşını basında ışıklandırmak için defalarca cephenin ön kısmına gitmiştim. Gençlik dergimizin muhabiri sıfatıyla Karabağ’ın Keremli köyünden Rus askerî helikopteriyle Bakü’ye döndüğümde helikopter Ermeni bölücülerin ve teröristlerin kontrolündeki Hankendi’ye beklenmedik bir iniş yapmıştı. Tamamı Rus olan mürettebatın ve askerlerin yanında bir tek Azerbaycan gazetecisi olarak ben vardım. Yaşadığım sıra dışı duyguları daha sonra ‘Esirliyin Nefesi’ öykümde kaleme almıştım. Rusça çıkan Reel Azerbaycan gazetesinin kapanmasıyla işimi kaybettim ve dalgıçlık yaptığım Hazar Denizi’nin Novhanı kasabası kıyılarında 12 insanın hayatını kurtardım. Azerbaycan Devlet Televizyonunun kıdemli program yapımcılarından biri olarak cumhurbaşkanları Ebülfez Elçibey, Haydar Aliyev, Turgut Özal v.d. zor sorular sorduğumu seyirciler iyi bilirlerdi. Bakü Basın Evi Müdürlüğü dönemimde kâh polis çağırıp saldırıları geri püskürtmüşüm, kâh da polisten saklandığım olmuştur. Ancak yazılarımın çoğu kamuoyunda ve devlet kademelerinde hep ciddi müzakere konuları olmuştur. Azerbaycan Parlamentosunun bazı üyeleri bana ölüm tehdidinde bulunmuştur. Kamuoyunun gündemine getirdiğim sorunlarla ilgili Haydar Aliyev’in soruşturma emri verdiği durumlar olmuştur. Geç de olsa hayallerimin gerçekleştiğini söyleyebilirim. Bedelinin ne kadar ağır olmasına rağmen yazar olma, tanınma, saygın bir insan olma isteğim 40 sene sonra hayata geçmiştir. Bundan nasıl mutlu olmayayım?
Yeniçağ: Paris’in ortamı yazmak William Faulkner’i çok olumlu etkiliyordu. Almanya muhiti nasıl, sizi etkiliyor mu?
Sultansoy: Faulkner haklı olabilir, ben onun eserlerini okumuşum ancak bir öyküsünü beğeniyorum. Bende güçlü etki oluşturmasına rağmen Almanya kendi edebiyatının etkisini artıramadı. Çünkü Bertolt Brecht, Gunter Grass, Heinric Böll, Hans Fallada, Erich Maria Remarque v.d.yazarları daha önce okumuştum. Almanya benim için isteklerimin gerçekleştiği ülkedir, demokrasiyle yönetilen bir devlet yapısını, rüşvet almayı rededen, işlerimle ilgilenen memurları burada gördüm, idrak ettim. Gerçek özgürlük ve insan güvenliğini burada gördüm. Almanya üzerine kaleme aldığım iki öyküden bir tanesi mültecilerin yaşamını konu alırken ikincisi detektif konuludur. Almanya’da matematik profesörü rahmetli babamla otuz seneden bu yana yazmak için uğraştığım fakat bir türlü yazamadığım cebr kitabını da kaleme almaya muvaffak oldum. Genelde az yazan bir kalem sahibi olarak burada son dört senede daha önceki kırk senede yazdığım kadar yazı kaleme almam bana rüya gibi geliyor.
Yeniçağ: Kalem ile mücadeleniz göç etmek zorunda bırakıldığınız Avrupa’da da sürüyor. Sizce Azerbaycan’da günümüzün gerçek yaratıcı insanlarına karşı bu kadar acımasızca davranılmasının sebebi ne?
Sultansoy: Bunun çok basit nedeni vardır. Babasından kalma koltuğa oturmuş İlham Aliyev iktidarı ebediyen elinde tutmak için katı bir dikta rejimi kurmak istiyor; Suriye’deki Esat ailesi neomonarşisinin aynısını bir nevi. Oysa Azerbaycan coğrafyasında 28 Mayıs 1918’de şarkın ilk demokratik, eşitlikçi bir cumhuriyeti ilan edilmiş ve 27 Nisan 1920’deki Rusya işgaline kadar 23 ay ayakta kalmıştır. Şu anda ise sonu er-geç gelecek olan Putin sonrası dönemin temelini atıyor. Gerçekleri yazan basını ve siyasi muhalefeti tamamen ortadan kaldırarak Azerbaycan toplumunu kendi tebaası haline getirmek için halka adeta savaş açmış durumdadır.
Yeniçağ: Eserlerinizin Avrupa’da daha da yaygınlaşması için neler yapmışsınız, nasıl bir yol izliyorsunuz?
Sultansoy: Düz yazı eserlerimin Alman ve İngiliz dillerinde yayımlanmasından önce Azerbaycan’da ve Türkiye’de kitaplarımın basılmasını isterdim. İnternet ortamında dünya ölçeğinde yeteri kadar tanınmama rağmen kitaplarımın baskısı için pek istekli olmamışım. Oysa halihazırda elimin altında yayıma hazır 5 kitabım var. Türkiye’nin yanısıra Almanya ve genel olarak Avrupa okurlarının ilgisini çekecek ve değerli olduğuna inandığım düz yazı yapıtlarım vardır. Şimdilik esas hedeflerim Azerbaycan’da yeni kitaplarımın basılması, Türk okurunun bir yazar olarak beni daha yakından tanıması, ardında ise Avrupalı okurlarla kitaplarım üzerinden diyalog kurmaktır.
Yeniçağ: Ve gazetecilik… Azerbaycan’da Rus dilli gazeteciliğin köşe taşlarından biri olarak medya ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Devlet Başkanı Aliyev “Ortamın sağlıklı hâle geldiğini” ifade etmişti. Katılıyor musunuz?
Sultansoy: Cumhurbaşkanı İlham Aliyev en hafif tabirle doğruyu söylemiyor. Azerbaycan’da gazetecilik baskı altındadır ve hızla geriye gidiyor. Örnek vermem gerekirse Abzas Medya, Kanal 13, Toplum TV medya kurumlarının toplamda 16 elemanı hapistedir. Gerçek gazeteci-yazarların Azerbaycan hapishanelerinden geçmesi artık bir gelenek halini almıştır. Gazetecilerin haklarını savunan uluslararası gazetecilik örgütlerinin de yakından tanıdığı muhterem arkadaşlarım Mehman Aliyev, Ganimet Zahid, Efkan Muhtarlı, Hatice İsmail, Rauf Mirkadirov, Seymur Hezi, Mehman Hüseynov… saymakla bitmeyeceği için burada bırakayım. Görüşlerimi ifade etmem için bana bu fırsatı tanıyan Türkiye’nin Yeniçağ gazetesine şükranlarımı sunuyorum.