(ANKARA) – CHP Sözcüsü Deniz Yücel, “Taksim Meydanı, hak arayan herkesin istediğinde çıkıp hakkını aradığı bir yer ve AKP de hak arayanların can güvenliğini sağlamak zorunda olan bir iktidar. Ama nasıl? Polisle, jandarmayla, TOMA’yla, demokratik hakkını kullananlara kuvvet kullanarak değil; toplantı ve gösteri hakkını kullanan topluluklara, Taksim Meydanı’nı elverişli hale getirerek. 31 Mart yerel seçimlerinin birinci partisi olarak açık çağrımızdır: Sayın Genel Başkanımızın da dediği gibi, ‘Emekçilerin elini havada bırakmayın. Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs’a açmaktan korkmayın'” dedi.
CHP MYK; 1 Mayıs İşçi Bayramı, Milli Eğitim Bakanlığının (MEB) yeni müfredat taslağı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in yapacağı görüşme gündemiyle toplandı. CHP Sözcüsü Deniz Yücel, toplantının ardından açıklama yaptı. Yücel’in açıklaması şöyle:
“Hafta sonu başkent Ankara’da 85 milyonu ilgilendiren iki önemli miting vardı. Cumartesi günü, Türkiye Barolar Birliği ve Barolar öncülüğünde, avukatlar ‘Büyük Savunma Mitingi’nde Ankara’da buluştu. 81 ilimizin baro başkanıyla binlerce avukat, yok sayılan savunma makamının sesi olmak için bir araya geldi. Hukuk fakültesinde okuyan öğrenciler kaygılı, genç avukatlar çaresiz. Avukatların, ekonomik sorunları günden güne artıyor. Avukatlık mesleği itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Avukatlar şiddete uğruyor, avukatlar öldürülüyor. ve bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren bir yargı sistemi içinde, savunma hakkı için mücadele veriyorlar. Bu onurlu mesleği yapan ve Türkiye’nin dört bir yanından gelen meslektaşlarım yargı bağımsızlığı, adil yargı, hukuk devleti ve avukat hakları için ‘Büyük Savunma Mitingi’ndeydi. Güçlü savunma olmadan adalet olmaz, adalet olmazsa özgürlükler olmaz, özgürlükler olmazsa demokrasi olmaz. Adaletin, özgürlüklerin ve demokrasinin olmadığı bir ülkedeyse hiç kimse güvende değildir. İşte bu sebeple sadece barolar, avukatlar değil; 85 milyon olarak hep birlikte savunmanın gücüne güç katmalıyız.
“AKP İKTİDARINI UYARIYORUZ: YARGIYI ARKA BAHÇENİZ HALİNE GETİRMENİZE İZİN VERMEYECEĞİZ”
Bu mesele sadece özgürlükler meselesi de değil, ekonomik düzeni de tehlikeye atan bir meseledir. Ülkedeki adalet kavramının bekçisi avukatlar güçlü olmadıkça, en çok adalet yara alır. Adaletin yara aldığı bir ülkede ekonomik refahtan da bahsedemeyiz. Hukuk düzeni bozulmuş bir topluma güven duymayan yabancı sermaye uğramaz. Hukuk düzeni bozulmuş topraklara, kimse yatırım yapmak istemez. Eğer ülke ekonomisini en derinden, asıl yara aldığı yerden, en kalıcı şekilde düzeltmek istiyorsak önce yargı bağımsızlığını sağlamakla başlamalıyız. Bakın, haftalardır Yargıtay başkanı seçilemiyor. 28’inci tur seçim yapıldı ve başkan yine seçilemedi. Çok ciddi bir kutuplaşma olduğu ortada. Siyasi görüşlerin, hukuk ve adalet kavramlarının önüne geçtiği ortada. ve bu seçilememe durumunun cemaatlerin, tarikatların çatışmasından, çekişmesinden kaynaklandığı iddia ediliyor. Yargıtay başkanı seçilemedikçe işler aksıyor, davalar gecikiyor. Bu ülkede adalet bekleyen binlerce insan, Yargıtay’daki siyasetin gölgesinde sürdürülen güç savaşlarına kurban ediliyor. ve daha da acısı, Türkiye’de bir yüksek mahkemenin zaten yıpranmış olan imajı, daha da yıpratılıyor. Bakın; camiye, kışlaya, adliyeye siyaset sokulmasının bedellerini bu ülke yakın geçmişte çok ağır bir şekilde ödedi. Geçmişten ders çıkarmayan AKP iktidarını uyarıyoruz: Yargıyı arka bahçeniz haline getirmenize izin vermeyeceğiz.
“SUSMUYORUZ, HAYKIRIYORUZ: MÜLAKAT KALKSIN, ÖĞRETMENLER ATANSIN”
Tüm vatandaşlarımızın sahip çıkması gereken bir başka eylemse atanmayan öğretmenlerin eylemiydi. Binlerce öğretmen atanmayı bekliyor. Öğretmenlerin bu durumu, eğitimi tarikatların güdümünde yönlendirmeye çalışan Yusuf Tekin denen zatın umurunda değil. Bu Bakan, mülakatı savunacak hatta bu konuda kendisinin karar verici olacağını söyleyecek kadar hadsiz biri. Dünyanın en önemli mesleğini yapmak için eğitim alan yüz binlerce öğretmenin geleceği, bu hadsiz bakanın iki dudağının arasından çıkacak bir karara bırakılamaz. Bunu defalarca söyledik, buradan bir kez daha söylüyoruz: Liyakatsizliğin, adamcılığın, kayırmacılığın, nepotizmin anahtarı; mülakat uygulamasından derhal vazgeçilmelidir. Seçim öncesinde, ‘Mülakatı kaldıracağız’ diye vaatlerde bulunup sonra, ‘Mülakat gibi mülakat yapacağız’ diye kıvıranlar; şimdi mülakatın kaldırılmayacağını açıkça ifade etmekten hiç utanmıyorlar, sıkılmıyorlar. İşte öğretmenler de kendilerine yapılan bu haksızlığa karşı durmak ve sorunlarını bir kez daha dile getirmek için dün Ankara Ulus Meydanı’nda yağmur altında eylem yaptılar. İstekleri çok açık ve netti: Cumhuriyet’in 100’üncü yılında mülakatsız, 68 bin atama. CHP olarak atanan, ataması yapılmayan tüm öğretmenlerimizin yanındayız. Onlar gibi biz de susmuyoruz, haykırıyoruz: Mülakat kalksın, öğretmenler atansın.
“ERDOĞAN, 23 NİSAN’DA ANITKABİR’E GİTMEK YERİNE TARİKAT MENSUBUNUN CENAZESİNE GİTTİ”
Geçtiğimiz hafta, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 104’üncü kuruluş yıl dönümünü büyük bir coşkuyla kutladık. 23 Nisan’da, Meclis’te özel oturum yapıldı. Bu anlamlı günde, Anıtkabir’de yapılan törene giden tek lider Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’di. Peki AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Anıtkabir’de düzenlenen törene katılmak yerine nereye gitti? Bir tarikat mensubunun cenaze törenine katıldı. Sayın Erdoğan’ın önceliğinin ulusal egemenliğin simgesi yüce Meclis olmadığını bir kez daha gördük. İşte tam da bu nedenle ülkede hangi taşı kaldırsanız altından tarikatlar ve cemaatler çıkıyor. Tam da bu nedenle AKP iktidarında aklın, bilimin, fennin yerine çoğu kez şeyhlerin, şıhların safsataları konuşuluyor. Cemaat ve tarikatların hayatın her alanındaki etkisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ‘değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ nitelikteki laik devlet özelliğiyle asla bağdaşmıyor.
“YUSUF TEKİN SEN AKP PROPAGANDASI MI YAPIYORSUN, YOKSA MİLLİ EĞİTİM BAKANI MISIN”
Eğitim bir ülkenin gelişmesinin, ilerlemesinin ön koşuludur. Eğitimde müfredat da bir ülkenin eğitim politikasının anayasası gibidir. Eğitim politikasının içeriği, ideolojilere göre değil; evrensel değerlere göre belirlenir. Peki, nedir bu evrensel değerler? Akıldır, bilimdir, fendir. Eğitim, siyasi iktidarların deneme tahtası değildir. Çocuklarımız, gençlerimiz, evlatlarımız da AKP’nin denekleri değildir. Geçtiğimiz aylarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) başındaki zata akla, bilime, fenne, laiklik ilkesine aykırı uygulamaları nedeniyle birtakım uyarılarda bulunmuştuk. Çocuklarımızın geleceğini karartacak her adımda CHP’yi karşısında göreceği konusunda uyarmıştık. İki gün önce bu zat çıkmış ve yeni müfredat taslağını açıklamış. Bir de görüş ve önerileri beklediğini söylemiş. Bir kere müfredat diye açıkladığı metnin isminde hayır yok. Neymiş? ‘Türkiye yüzyılı maarif bilmem nesi.’ Yusuf Tekin, sen kendinde misin? Sen seçim kampanyası mı yürütüyorsun, yoksa Milli Eğitim Bakanlığı mı yapıyorsun? Sen AKP propagandası mı yapıyorsun, yoksa Milli Eğitim Bakanı mısın? Senin işgal ettiğin MEB’in başında ‘milli’ ibaresi var. Senin neren milli Allah aşkına? Tarikatlara, ‘sivil toplum kuruluşu’ diyen bir adamsın. Sen değil misin, başımıza ucube ÇEDES projesini çıkaran?
“MÜFREDATTAN ÇIKARILMASI GEREKEN TÜREV, İNTEGRAL YA DA EVRİM TEORİSİ DEĞİL; BU KARANLIK ZİHNİYETİN BAKIŞ AÇISIDIR”
Geçtiğimiz günlerde, eğitimden sorumlu Genel Başkan Yardımcımız, İstanbul Milletvekilimiz Sayın Suat Özçağdaş, bu müfredat garabetiyle ilgili görüşlerini kamuoyuyla paylaştı. İçinde Cumhuriyet ruhu olmayan, çağdaş ve bilimsel eğitimin zerresini barındırmayan, yüzünü medeniyete dönmüş, aydınlık bir Türkiye vizyonundan eser bulunmayan ve Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği, ‘Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller’ yetiştirecek anlayışla taban tabana zıt olan bu müfredat taslağı derhal geri çekilmelidir. Aslında değişmesi gereken sadece müfredat değil, MEB’in başındaki zattır. Müfredattan çıkarılması gereken türev, integral ya da evrim teorisi değil; bu karanlık zihniyetin bakış açısıdır. Cemaatleri, sivil toplum örgütü olarak gören MEB’in başındaki zatın uygulamaya koyduğu her proje; araştırma, sorgulama ve eleştiri gibi kavramlardan uzak. Ders kitaplarındaki sadeleştirme ve basitleştirme uygulamalarının bilhassa bilim, matematik, felsefe, tarih ve sanat derslerinde yoğunlaşması da dikkat çekici. MEB, milyonlarca çocuğumuzun geleceğini etkileyecek müfredatı, bir siyasi parti programı gibi yazmıştır. O yüzden bu taslak derhal geri çekilmeli; eğitimin tüm paydaşlarının dahil olduğu, bilimsel, nitelikli ve çocuklarımızın çağdaş dünyayla rekabet edebilecek seviyede, kaliteli bir eğitim alabilecekleri bir müfredat çalışması yeniden yapılmalıdır. ‘Yaptım oldu’ anlayışıyla eğitime darbe vurulamaz.
“ABD, İNSAN HAKLARI RAPORU YAYINLAYACAĞINA ÖNCE KENDİ SİCİLİNE BAKSIN”
Geçtiğimiz hafta, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 2023 İnsan Hakları Raporu yayınlandı. Tabii ABD’nin insan haklarına ne kadar saygılı olduğunu, insan hakları ihlallerinden ne kadar sakındığını, insan hakları sicilinin son derece temiz olduğunu bildiğimiz için biz de raporu sabırsızlıkla bekledik. Raporun sunumunu, Gazze Soykırımı başladığı sırada İsrail’e giden ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken yaptı. Raporda, yalnız iki ülke eleştirilmiyor: ABD ve tabii ki biricik kardeşi İsrail. Bütün dünyanın gözü önünde çocuk, kadın, yaşlı, hasta demeden bombalayan İsrail’in insan hakları ihlali yapıp yapmadığı, bu rapora göre henüz tespit edilememiş, incelemeler halen devam etmekteymiş. Zenginliklerini Afrikalı siyahilerin kan ve kemikleri üzerine kuran, demokrasi vadiyle ayak bastığı topraklara ölümden başka hiçbir şey getirmeyen ABD, insan hakları raporu yayınlayacağına önce kendi siciline baksın.
“GENEL BAŞKANIMIZ, STEINMEIER’E SIĞINMACI SORUNUNDA TÜRKİYE’NİN TAŞERON ÜLKE OLARAK GÖRÜLMEMESİ GEREKTİĞİNİ İLETTİ”
Almanya Cumhurbaşkanı Walter Steinmeier, geçtiğimiz hafta Türkiye’deydi. Üç günlük ziyareti kapsamında belediye başkanlarımız ve Genel başkanımız Sayın Özgür Özel ile de temaslarda bulunan Alman Cumhurbaşkanı’na, Genel Başkanımızca iletilen en önemli konulardan biri Türkiye’de bulunan sığınmacı ve kaçak göçmen sorunuydu. ‘Türkiye’nin mevcut yönetimine para verelim. Onlar da Suriyeli ve Afgan sığınmacıları durdursun’ anlayışını reddettiğimizi, sığınmacı sorununun çözümünde Türkiye’nin bir taşeron ülke olarak görülmemesi gerektiğini ve bu sorunun çözümü için Avrupa’nın Orta Doğu barışına katkı koyması gerektiğini kendilerine ilettik. Türkiye Cumhuriyeti pasaportu bugün ne yazık ki -değersiz demek istemiyorum ama- dünyanın en geçersiz pasaportlarından biri. Saygın bilim insanlarımız, sanatçılarımız, iş insanlarımız, gençlerimiz hiçbir ülkeden vize alamıyor. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’in Almanya Cumhurbaşkanı’na ilettiği bir diğer önemli konuysa bu vize sorununun bir an önce çözülmesidir.
“CUMHURBAŞKANI, BAŞDANIŞMANINI DERHAL GÖREVDEN ALMALIDIR”
AKP, gerek genel seçimde gerek de yerel seçimde sürdürdüğü iftira siyasetine devam etmekte kararlı. Montaj videolardan sonra, ortaya şimdi de montaj fotoğraflar çıkmaya başladı. Seçim yenilgisinden sonra hala toparlanamayan AKP, halkın parasıyla sürdürdükleri şatafat ayyuka çıkınca çareyi yine yalan ve iftira yöntemlerine başvurmakta buldu. Seyhan Belediye Başkanımız Oya Tekin’e sosyal medya üzerinden montaj fotoğraflarla saldıran ve hedef gösteren ahlaksız, hala Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olarak görev yapmakta. Sayın Cumhurbaşkanı, bu başdanışmanı derhal görevden almalıdır. Afyon’da belediye binasına böcek koyanlar da Sayın Oya Tekin’e iftira atmak için fotoğrafa eklemeler yapanlar da pek çok yerde belediye hizmetlerine darbe vurmaya çalışanlar da zamanı geldiğinde hukuk önünde hesap verecek. AKP’lileri uyaralım: Sizin montajlarınızdan, yalanlarınızdan, iftiralarınızdan artık bu halk bıktı ve usandı. Aziz Türk milleti, sağduyusuyla bütün gerçekleri görüyor. Nasıl ki 31 Mart’ta bunu tüm Türkiye’de sandıklar açıldığında gösterdiyse, ilk genel seçimde daha etkili bir şekilde tekrar gösterecek.
“AKP’NİN HİZMET ANLAYIŞI HALKA HİZMET DEĞİL, BİZDEN OLANA HİZMET ANLAYIŞIDIR”
31 Mart yerel seçimlerindeki yenilginin hazımsızlığı, artık AKP’ye halka düşmanlık yaptıracak seviyeye geldi. AKP’den CHP’ye geçen belediyelerde, merkezi hükümete bağlı resmi kurumlar eliyle yeni seçilen CHP’li belediye başkanının halka hizmet etmesini engellemeye yönelik çalışmalar devam ediyor. Geçen hafta da söyledik, bu engellemeleri ve bu soygunu ifşa etmeye devam edeceğiz. Belediyeler üzerinden nasıl bir yağma düzeni oluşturduklarını tek tek ortaya çıkaracağız. Adana Aladağ Belediyesi, AKP’deyken AFAD tarafından Aladağ Belediyesi’ne üç adet kamyon tahsis edilmiş. Seçim oldu, Aladağ Belediyesi CHP’ye geçti, AFAD da kamyonları geri çekti. Çünkü AKP zihniyetinde, oy yoksa kamyon da yok. Bir benzer hikaye daha: İstanbul Ümraniye Belediyesi, Çorum Oğuzlar Belediyesi’ne iki yıl önce iki hizmet aracı göndermişti. Oğuzlar Belediyesi CHP’ye geçti, Ümraniye Belediyesi iki hizmet aracını çekicilerle geri aldı. Çünkü AKP zihniyetinde, oy yoksa hizmet de yok. Asıl amaç halka, vatandaşa hizmet etmek değil mi? Siz değil misiniz, ‘Bu millete efendi olmaya değil hizmetkar olmaya geldik’ diye seçim meydanlarında naralar atan? Belediyeler el değiştirse de halk, aynı halk değil mi? 31 Mart seçimi sadece lüks ve şatafatı, yolsuzlukları ortaya çıkarmakla kalmadı; AKP’nin sözde hizmet anlayışını da ortaya çıkardı. AKP’nin hizmet anlayışı halka hizmet değil, bizden olana hizmet anlayışıdır. 22 yıldır dillerinden düşürmedikleri ‘Milletin hizmetkarıyız’, ‘bizimki hizmet sevdası’ gibi boş laflarının artık halkımız üzerinde hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır.
“YUNUSEMRE BELEDİYESİ’NDEKİ ŞATAFATIN FATURASI TAM 4 MİLYON DOLAR”
Manisa Belediyelerine de değinmek istiyorum. Manisa’daki belediyeler CHP’ye geçince büyük bir telaşla kasayı boşaltanlar mı dersiniz, şatafatlı oyma kapılar mı dersiniz, altın varaklı makam odaları mı dersiniz, ne ararsanız var. 10 yıldır AKP’nin yönettiği ve son seçimde CHP’ye geçen Manisa Yunusemre Belediyesi’nin yeni binası ve başkanlık makam odasındaki şatafatın faturası tam 4 milyon dolar. Makam odası da altın varaklı mobilya ve süslemelerle döşenmiş. ‘İtibardan tasarruf olmaz’ anlayışının üstüne koca bir saray diken tek adam ve oymalı kapılardan geçmeye alışmış, altın varaksız koltuklarda oturamayan, jakuzisiz güne başlayamayan, tek adama bağlı belediye başkanları…
“BİR DİYANET İŞLERİ BAŞKANININ ALTI MAKAM ARACI OLUR MU? BU ZATIN O MAKAMDA BİR DAKİKA BİLE OTURMAMASI LAZIM”
Lüks ve şatafat deyince, biraz da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başındaki şahıstan bahsedelim. Ali Erbaş’ın Irak ziyareti sırasında muhabirin sorduğu Arapça soruyu anlamaması zaten gündemde. Ama Ali Erbaş ile ilgili bizim öncelikli gündemimiz bu değil. Atatürk’ün adını hiçbir hutbede anmayan, camilerde siyasi mesajlar veren, yolsuzluklara ses çıkarmayan, israf sofraları kuran bir şahıs. Alçak gönüllü olmak yerine kibir sahibi olmayı tercih eden bir Diyanet Başkanı. 15 milyon liralık aracıyla, 10 bin lira maaş alan emeklilere hava atan bir şahıs. Diyanetin bütçesini, kendi kişisel banka hesabı gibi kullanan bir şahıs. Her adımı hatalı, her sözü yanlış, her tavrı çirkin. Bu kadar rezalet varken Arapça bilmemesi devede kulak kalıyor. Bu adam sadece yalancı değil. Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı, müsrif, kibirli, şatafat düşkünü bir şahıs. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu kurumun başında ama onun adını ağzına almaktan bile aciz, adını söyleyemeyecek kadar saygısız. Bir Diyanet İşleri Başkanı’nın altı makam aracı olur mu? Bu zatın o makamda bir dakika bile oturmaması lazım.
“İNSANLARIN YAŞAM TARZLARINA MÜDAHALE EDEN ANLAYIŞA GEÇİT VERMEYECEĞİZ”
Geçtiğimiz günlerde gazete olduğu iddia edilen bir kağıt parçası, orduevleri üzerinden Türk Silahlı Kuvvetlerini (TSK) hedef gösterdi. Neymiş, orduevlerinde alkol satılıyormuş. Ardından aynı karanlık zihniyetin temsilcisi, gazete demeye dilimin varmadığı bir başka paçavra; ‘CHP’li belediyeler ayyaşların emrinde’ diye haber yaptı. Buradan açıkça ilan ediyoruz: İnsanların özgürlüklerine, yaşam tarzlarına müdahale eden bu anlayışa geçit vermeyeceğiz. TSK’yı hedef alan, itibarsızlaştırmaya çalışan, belediyelerimizi karalayan, hedef gösteren, onların başarılarını ört bas etmeye çalışan bu kirli ve karanlık zihniyetin topluma kin ve nefret tohumları ekmesine de sessiz kalmayacağız.
“İKTİDARIN NEOLİBERAL EKONOMİ POLİTİKALARI VE İNADI YÜZÜNDEN ESNAF KEPENK KAPATIYOR”
Edirne’den Kars’a her kentimizde, her kesimin iliklerine kadar hissettiği büyük bir yangın var. Bu yangının adı hayat pahalılığı. Ülkemizde ekonomik krizin beraberinde getirdiği hayat pahalılığı, artık her geçen gün büyüyen ve önü alınamaz bir sorun haline geldi. İktidara geldiklerinde giydiklerini iddia ettikleri o sözde ateşten gömleğin düğmelerini, anlaşılan baştan yanlış iliklediler. Boşa koysalar dolmuyor, doluya koysalar almıyor. Yarattıkları enflasyon canavarı, her geçen gün daha da büyüyor. Bundan iki hafta önce, Merkez Bankası’nın Kur Korumalı Mevduat (KKM) ödemelerini üstlendikten sonra, açıkladığı tarihi zararın vatandaş üzerinde yaratacağı olumsuzluklara dikkat çekmiştik. Merkez Bankası, geçtiğimiz haftalarda 820 milyar liralık zarar açıklamıştı. Bu zararın kaynağı KKM hesapları. Ekonomist olduğunu iddia eden bir Cumhurbaşkanının ve gözlerinden ışık saçan eski hazine bakanının ülkemize hediyesi bu. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin uygulanmaya başlamasından itibaren gelir dağılımdaki adaletsizliğin arttığı gün gibi ortada. AKP’nin uyguladığı ekonomi politikaları sebebiyle gelir dağılımında, ücretliler ve bağımlı sınıflar aleyhine bozulmalar yaşanıyor. Küçük esnaf, devlet desteğinden yoksun. Krizin faturasını bütün ağırlığıyla hisseden küçük esnafımızın teşvik, destek ve hibe krediler yoluyla desteklenmesi gerekir. Halktan kopmuş olan iktidarın neoliberal ekonomi politikaları uygulamadaki ısrar ve inadı yüzünden esnaf kepenk kapatıyor.
“GRUP BAŞKANVEKİLLERİMİZ VATANDAŞIN OMUZLARINDAKİ YÜKÜ HAFİFLETMEK İÇİN KANUN TEKLİFİ VERDİ”
Hal böyleyken vatandaşın omuzlarındaki ekonomik yükü bir nebze olsun hafifletmek için; TBMM Grup Başkanvekillerimiz Ali Mahir Başarır, Gökhan Günaydın ve Murat Emir; enflasyon nedeniyle asgari ücretin üç ayda bir güncellenmesi, en düşük emekli maaşının asgari ücret düzeyine yükseltilmesi ve küçük esnafa destek verilmesine yönelik düzenlemelerin olduğu kanun teklifini Meclis’e sundular. CHP olarak bu teklifle hedefimiz; asgari ücretle çalışan işçilerin satın alma gücünün korunması, en düşük emekli aylığının asgari ücret düzeyine çıkarılması ve küçük esnafın üzerindeki vergi yükünün hazine desteğiyle azaltılmasıdır. Küçük esnafın hali ortada, çiftçilerimizin durumu da farklı değil. Rize, Artvin, Trabzon ve Giresun il başkanlarımız geçen hafta açıklama yaptı ve hükumeti uyardı: ‘Çay üreticilerini mağdur etmeyin.’ Biz de tekrarlıyoruz: 2024 yaş çay alım fiyatı en az 25 lira, destekleme primi de 3 lira olmalıdır. Çiftçileri sürekli mağdur eden, gelir kaybına neden olan tarım politikaları hızla değiştirilmeli, düzeltilmelidir.
“TÜRKİYE’DEKİ YASAL SENDİKALARI VE SİYASİ PARTİLERİ TERÖR ÖRGÜTÜ OLARAK MI GÖRÜYORSUNUZ”
Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel, son grup toplantımızda 1 Mayıs için açık çağrısını yapmıştı.
Sayın Genel Başkanımızın kefaletinde, işçilerle birlikte bir kişinin bile burnu kanamadan, kanlı 1 Mayısların yasına, matemine yakışan şekilde Taksim Meydanı’nda, 1 Mayıs’ta işçi ve emekçilerimiz için toplanacağız dedik. Bugün beklenen açıklama geldi. Taksim Meydanı, 1 Mayıs törenlerine kapatıldı. Taksim’de 1 Mayıs mitingi yapılırsa trafik aksarmış, Taksim 1 Mayıs’a uygun değilmiş, terör riski varmış. Buradan AKP hükümetine soruyoruz: Siz kararlarınızı terör örgütlerinin tehditlerine göre mi alıyorsunuz? Siz güvenlik önlemi alamayacak ve işçisini, emekçisini koruyamayacak kadar aciz bir hükümet misiniz? Yoksa Türkiye’deki yasal sendikaları ve siyasi partileri terör örgütü olarak mı görüyorsunuz? Taksim’den neden bu kadar korkuyorsunuz? Biz Taksim’den vazgeçmiyoruz. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel, İçişleri Bakanını arayarak Taksim kararının gözden geçirilmesini istedi. ‘Biz parti olarak teminat veriyoruz, sorunsuz geçecek’ dedi. Peki biz CHP olarak bu güvenceyi verirken yurt içindeki güvenlik teşkilatının en üstündeki isim bu güvenceyi neden veremiyor?
“EMEKÇİLERİN ELİNİ HAVADA BIRAKMAYIN. TAKSİM MEYDANI’NI 1 MAYIS’A AÇMAKTAN KORKMAYIN”
AKP iktidarının bir zamanlar ‘Taksim’i 1 Mayıs kutlamalarına biz açtık’ diyerek övündüğü Taksim Meydanı alerjisi görüyoruz ki devam ediyor. Taksim Meydanı, AKP iktidarı için bir travma. Ne zaman Taksim Meydanı’nda bir topluluk, toplantı ve gösteri hakkını kullansa bunu kendi bütünlüklerine bir saldırı olarak görüyorlar. Taksim Meydanı’nda toplanan herkes, sanırsınız ki AKP iktidarını devirmeye yeminli. Oysa Taksim Meydanı, hak arayan herkesin istediğinde çıkıp hakkını aradığı bir yer ve AKP de hak arayanların can güvenliğini sağlamak zorunda olan bir iktidar. Ama nasıl? Polisle, jandarmayla, TOMA’yla, tazyikli suyla demokratik hakkını kullananlara kuvvet kullanarak değil; toplantı ve gösteri hakkını kullanan topluluklara, Taksim Meydanı’nı elverişli hale getirerek. 31 Mart yerel seçimlerinin birinci partisi olarak açık çağrımızdır: Sayın Genel Başkanımızın da dediği gibi, ‘Emekçilerin elini havada bırakmayın. Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs’a açmaktan korkmayın.'”
“GÖRÜŞMENİN YERİ NETLEŞMEDİ”
Sözcü Yücel, 2 Mayıs Perşembe günü yapılacak olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve CHP lideri Özel görüşmesinin yeri ve saatine ilişkin de şunları söyledi:
“Bendeki bilgiye göre görüşme öğleden sonra olacak. Tam saat ve yer önümüzdeki saatlerde veya yarın kamuoyuyla paylaşılır. Yer konusunun netleşmediğini biliyorum. Ama Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’in CHP çizgisiyle toplumdaki belli hassasiyetleri dikkate alarak yer konusundaki tercihlerini ve önceliklerini kamuoyuyla paylaştıklarını hepimiz biliyoruz.”